Önce gülüp geçmek istedim—yenileme işini bozmanın anlamı yoktu, üstelik evi satmayı düşünüyorduk. Ama kayınpederim parmaklarımı sıktı, bakışları delip geçiyordu: “Kocan seni kandırıyor. Gerçek orada.”
İçimde tuhaf bir rahatsızlık oluştu; şüpheyle itiraz etmeye çalıştım ama merak ağır bastı. Yarım saat sonra banyoda tek başıma, kapıyı kilitlemiş, dolaptan çekici almıştım. Tereddütle bekledim. Sadece bir fısıltı vardı zihnimde: “Bugüne dek ne bildiğimi merak ettin mi?”
İlk darbede ince bir çatlak oluştu, ikinci darbede fayans parçalandı. Telefonumun fenerini yaktım; karşımda bir çukur vardı. Ellerim titreyerek uzandım, sararmış plastikten yapılmış bir poşet çıkardım. Zararsız görünüyordu… ta ki ağzını açana kadar. İçindekini görünce feryadımı tutamadım: İnsan dişleri. Gerçekti. Düzensiz, sayıca fazla—belki onlarca.
Dizlerim çözüldü, soğuk fayanslara oturdum. Poşeti kavradım; aklımda tek bir düşünce dönüyordu: “Bu olamaz…” Kayınpederimin yanına gittiğimde poşeti gördü, derin bir nefes aldı: “Bunları buldun demek…”
“Bu ne? Kimin dişleri?” diye bağırdım. Cevap vermedi. Gözlerini yere indirdi, uzun bir sessizlikten sonra fısıldadı: “Kocan… sandığın gibi biri değil. Canlar aldı. Cesetleri yaktı—ama dişler yanmaz. Hepsini çekip buraya sakladı.”
İçimde güven ve sevgi yıkıldı. “Sen… biliyor muydun?” dedim. Gözlerinde pişmanlık ve suçluluk vardı: “Çok uzun süre sustum. Artık… ne yapacağına sen karar vereceksin.”
O an anladım: Hayatım bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.